5 Mart 2015 Perşembe

Beyaz Fillerimsi Tepeler - Hills Like White Elephants - Ernest Hemingway

Beyaz Fillerimsi Tepeler
            Ebro Vadisi boylarınca uzanan tepeler beyaz ve upuzundu. Bu tarafta ne bir gölge ne de bir ağaç vardı, tren istasyonu güneşin altındaydı ve yanından iki tane demiryolu geçiyordu. İstasyonun hemen yanına binanın ılık sıcaklığı vuruyordu ve barın girişinde, sineklerden korunmak için bambudan yapılmış boncuklar sarkıyordu. Binanın gölgesinde ki masaya bir Amerikalı ve kız oturdu. Dışarısı çok sıcaktı ve Barselona’dan gelecek trene daha kırk dakika vardı. Tren bu kavşakta iki dakika durup, Madrid’e doğru yol alacaktı.
“Ne içsek acaba?” diye sordu kız, şapkasını masaya koyarken.
“Gayet sıcak,” diye yanıtladı adam.
“Hadi bira içelim.”
“İki bira” diye seslendi adam perdeye doğru.
“Büyüklerden mi?” diye sordu bir kadın kapıdan.
“Evet, iki tane büyük olanlardan.”
Kadın iki tane bardak bira ve iki tanede bardak altlığı getirdi. Kadın bardak altlıklarına biraları koyarak adama ve kadına bir bakış attı. Kız uzun uzun tepelere bakıyordu. Güneşin altında bembeyaz gözüküyorlardı, araziyse kurak ve kahverengiydi.
“Beyaz fillere benziyorlar” dedi kız.
“Daha önce hiçbir tane görmedim” dedi ve birasından bir yudum aldı adam.
“Görmüş olamazsın”
“Görmüş olabilirim” dedi adam. “Görmemiş olabileceğimi söylemen hiçbir şeyi kanıtlamaz.”
Kız boncuktan yapılmış perdelere bakarak “Üstüne bir şeyler çizmişler” dedi. “Ne yazıyor orada?”

“Anis del Toro. Bir içki.”
“Deneyebilir miyiz?”
Adam perdeden içeriye “Baksana” diye seslendi. Kadın bardan dışarıya çıktı.
“Dört reales*” “İki tane Anis del Toro istiyoruz.”
“Suyla beraber mi?”
“Suyla birlikte mi istiyorsunuz?”
“Bilmiyorum.” dedi kız. “Suyla beraber iyi gider mi?”
“Güzeldir”.
“Suyla birlikte mi istiyorsunuz?” diye yineledi kadın.
“Evet, suyla birlikte.”
“Meyankökü gibi bir tadı var,” diyerek bardağı masaya koydu kız.
“Her şey meyanköküne benzer zaten”
“Evet” dedi kız.” Her şey meyanköküne benzer zaten. Özellikle uzun süre boyunca beklediğin şeyler, mesela apsente gibi.
“Eeh, yeter tamam”
“Bunu sen başlattın” dedi kız. “Eğleniyordum, güzel vakit geçiriyordum”
“Peki, tekrar deneyelim ve güzel bir vakit geçirmeyi deneyelim.”
“Peki. Bende zaten bunu yapmaya çalışıyordum. “Dağların beyaz fillere benzediğini söylemiştim. Zekice değil miydi?”
“Gayet zekiceydi.”
“Bu yeni içkiyi denemek istemiştim. Bu hep yaptığımız şeydir, değil mi – bir şeylere bakıp yeni içkiler denemek?”
“Sanırım”
Kız tepelere doğru baktı.

“Gerçekten çok güzel tepeler.” Dedi kız. “Gerçekten beyaz fillere benzemiyorlar. Sadece ağaçların arasında öyle gözüküyorlar.”
“Başka bir şeyler içsek mi?”
“Olur”
Ilık esinti bambudan yapılmış perdeleri masaya doğru savuruyordu.
“Bira güzel ve soğuk” dedi adam.
“Gayet güzel” dedi kız.
“Gerçekten bu son derece basit bir işlem, Jig,” dedi adam. “Aslında bir işlem bile değil”
Kız yere, masanın ayaklarına bakmaya başladı.
“Bunu önemsemeyeceğini biliyorum, Jig. Gerçekten basit bir şey. Sadece içeriye hava girmesini sağlamak.
Kız hiç bir şey söylemedi.
“Seninle gelip, bütün süre yanında duracağım. İçeriye hava girmesini sağlayacaklar ve ondan sonra her şey doğal olarak devam edecek.
“Daha sonra ne yapacaksın?”
“Ondan sonra iyi olacağız. Aynen eski zamanlarda ki gibi.”
“Bunu nereden biliyorsun?”
“Bizi tek rahatsız eden şey bu. Bizi mutsuz eden tek şey buydu.”
Kız boncuk perdeye baktı, elini uzatarak perdenin iplerini tuttu.
“Daha sonra iyi ve mutlu olacağımızı düşünüyorsun.”
“Olacağımızı biliyorum. Korkmana gerek yok. Daha önce bunu yapan birçok insan biliyorum.”
“Bende” dedi kız. “Ondan sonra gayet mutlulardı.”
“Bak” dedi adam. “Yapmak istemiyorsan yapmak zorunda değilsin. Yapmak istemediğin bir şeyi sana yaptıracak değilim. Ama gayet basit olduğunu biliyorum.”

“Ve gerçekten istiyor musun?”
“Bence yapılacak en doğru şey bu. Ama gerçekten yapmak istemiyorsan yapmanı istemiyorum.
“Ve eğer yaparsam, sen mutlu olacaksın ve her şey eskisi gibi olacak, beni sevecek misin?”
“Seni şuanda seviyorum. Sevdiğimi biliyorsun.”
“Biliyorum. Ama yaparsam ve tekrar beyaz filler gibi güzel şeyler söylersem, sevecek misin?
“Seveceğim. Ama şuan bunun hakkında düşünemiyorum. Endişelendiğim zaman nasıl olduğumu biliyorsun.”
“Eğer bunu yaparsam bir daha endişelenmeyecek misin?”
“Bunun hakkında endişelenmeyeceğim çünkü bu gayet basit.”
“O zaman yapacağım. Çünkü kendime değer vermiyorum.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Kendimi düşünmüyorum.”
“Ama ben sana değer veriyorum”
“Ah, evet. Ama ben kendime değer vermiyorum. Ve bunu yapacağım daha sonra her şey daha iyi olacak.”
“Eğer bu şekilde hissediyorsan yapmanı istemiyorum.”
Kız ayağa kalktı ve istasyonun sonuna doğru yürümeye başladı. Karşı tarafta, Ebro kıyıları boyunca buğday tarlaları ve ağaçlar vardı. Çok uzaklarda nehirinde ilerisinde dağlar vardı. Bir bulutun gölgesi buğday tarlalarının üzerinden geçti ve kız ağaçların arasından nehiri gördü.
“Bunların hepsine sahip olabiliriz,” dedi kız. “Ve her şeye sahip olabiliriz ama her geçen gün bunu daha da zorlaştırıyoruz.”
“Ne dedin sen?”
“Her şeye sahip olabilirdik dedim”
“Hayır olamayız”

“Bütün dünyaya sahip olabiliriz.”
“Hayır olamayız.”
“Her yere gidebiliriz.”
“Hayır gidemeyiz.  Artık bizim değil.”
“Hayır bizim.”
“Hayır değil. Ve bir kere geri aldıkları zaman, onu asla geri alamazsın.”
“Ama henüz almadılar”
“Bekleyip göreceğiz.”
“Hadi gölgeye gel,” dedi adam. “Bu şekilde hissetmemelisin.”
“Ben hiçbir şekilde hissetmiyorum” dedi kız. “ Ben birkaç şey biliyorum.”
“Ben senin istemediğin sürece hiç bir şey yapmanı istemiyorum.”
“Ya da benim için zararlı olacak bir şey.” Dedi kız. “Biliyorum. Bir bira daha alabilir miyiz?”
“Olur. Ama şunu bilmelisin ki-“
“Biliyorum” dedi kız. “Belki de konuşmayı bıraksak?”
Masaya oturdular ve kız ileride ki tepelerin kurak taraflarına doğru bakarken adam kıza daha sonrada masaya bakmaya başladı.
“Şunu bilmen lazım” dedi adam. “Bunu yapmak istemiyorsan, yapmanı istemiyorum. Eğer sana bir anlam ifade ediyorsa seninle beraber bunu yaşamak istiyorum”
“Bu sana bir anlam ifade etmiyor mu?  İdare edebilirdik.”
“Tabi ki ediyor. Ama ben senden başkasını istemiyorum. Başkasını istemiyorum. Ve bu gayet basit bir şey.”
“Gayet basit olduğunu biliyorum.”
“Bu şekilde söyleyebilirsin, ama biliyorum.”
“Benim için bir şey yapabilir misin?”

“Senin için her şeyi yaparım.”
“Lütfen lütfen lütfen lütfen lütfen ama lütfen konuşmayı kesebilir misin?”
Adam hiç bir şey demeden duvara yaslanmış bavullara bakmaya başladı. Hepsinin üzerinde geceyi birlikte geçirdikleri otellerin etiketleri vardı.
“Yapmanı istemiyorum” dedi adam. “Onunla ilgili hiç bir şey umurumda değil.”
“Şimdi bağıracağım.” Dedi kız.
Elinde iki bardak birayla gelen kadın, biraları masaya bıraktıktan sonra “Tren 5 dakika içinde gelecek” dedi.
“Ne dedi o?” diye sordu kız.
“Trenin 5 dakika sonra geleceğini.”
Kız kadına gülümseyerek teşekkür etti.
“Bavulları istasyonun diğer tarafına götürsem iyi olacak” dedi adam. Kız ona gülümsedi.
“Daha sonra gel ve biralarımızı bitirelim”
Adam, iki tane ağır bavulu istasyonun diğer tarafına taşıdı. Raylara baktı fakat treni göremedi. Geri dönünce, herkesin içki içip treni beklediği bara girip, bir Anis içti ve insanlara baktı. Hepsi normal bir şekilde treni bekliyordu. Barda ki bambudan yapılmış perdeden dışarı baktığında, kız masanın başında oturup ona gülümsüyordu.
“Daha iyi hissediyor musun?” diye sordu adam.
“İyiyim,” dedi kız. “Bir sorun yok, ben iyiyim.”


Çok Kısa Bir Hikaye / A Very Short Story - Ernest Hemingway

Çok Kısa Bir Hikâye
            İtalya’nın kuzeylerinde bulunan Padua şehrinde sıcak bir akşamdı. Onu çatıya kadar taşıyarak yukarıdan şehrin dışına bakabilmesini sağladılar. Gökyüzünde kırlangıçlar uçuyordu. Bir süre sonra karanlık çöktü ve ışıldaklar ortaya çıkmaya başladı. Diğerleri aşağıya inerek şişeleri yanlarına aldılar. O ve Luz balkondan aşağıda olanları duyabiliyorlardı. Luz gidip yatağın üzerine oturdu. Onun bu sıcak yaz gecesinde masum bir güzelliği vardı.
            Luz üç ay boyunca gece nöbetine kalmıştı. Kalmasından memnundular aslında. Onun ameliyatını yaptıkları zaman, ameliyat masasını hep Luz hazırlamıştı ve lavman ya da diğer bir arkadaşlarıyla ilgili bir şakaları bile vardı. Anestezi etkisindeyken kendisini ağzından bir şeyler kaçırmamak için hep tutmuştu. Koltuk değneklerine geçtikten sonra sırf Luz yataktan kalkmasın diye bütün ateşleri o ölçerdi. Sadece birkaç hasta vardı ve hepsi biliyordu. Hepsi Luz’u beğenmişti. Uzun koridorlar boyunca geri dönerken hep Luz’u düşünürdü.
            Cepheye dönmeden önce katedral gidip dua etmişti. Etraf loş ve sessizdi ve birkaç tane dua eden insan daha vardı. Evlenmek istiyorlardı fakat evlilik ilanlarını asacak vakit yoktu, hatta nüfus kayıtları bile yoktu. Zaten evli gibiydiler, sadece diğer insanların bundan haberdar olmalarını istiyorlardı, böylece bunu devam ettirebileceklerdi.
            Luz ona birçok mektup göndermişti fakat o mektupların hiçbiri ateşkese kadar eline geçmemişti. Demet halinde gelen on beş tane mektup tarihlerine göre ayırıp sırayla okudu.

Hepsi hastane ile ilgiliydi ve onu ne kadar özlediğinden, onsuz zamanın ne kadar zor geçtiğinden geceleri onun özleminin ne kadar zor olduğuyla ilgiliydi.
            Ateşkesten sonra eve geri dönüp bir iş bulacağına ve böylece evlenebilecekleri konusunda birbirlerine söz vermişlerdi. O iyi bir işe sahip olup New York’a Luz’un yanına gelebilene kadar Luz eve dönmeyecekti. İçki içemeyeceğini ve Amerika’da ki arkadaşlarıyla görüşemeyeceğini anlamıştı. Sadece bir iş bulup evleneceklerdi. Padua’dan Milan’a giden trende Luz’un bir an önce eve gelmek istememesiyle ilgili kavga etmişlerdi.  Milan’daki istasyonda vedalaşmak zorunda kaldıklarında, öpüşmüşler fakat kavgaları henüz bitmemişti. Bu şekilde veda etmek onu rahatsız ediyordu.
            Amerika’ya Genoa’dan kalkan bir vapurla gitmişti. Luz ise Pordonone’a bir hastane açmaya gitmişti. Orası yağmurlu ve kimsesiz bir yerdi ve bir sürü İtalyan arditi’si doluydu. Çamurlu bir yaşam, yağmurlu bir kış, taburun büyük bir kısmı Luz ile birlikte olmuştu, bu Luz’un İtalyanlarla ilk tanışmasıydı. Nihayetinde yazmaya karar vererek bunun sadece geçici bir şey olduğunu anlatmak istedi. Luz üzgündü, onun bunu anlamayacağını da biliyordu, fakat belki bir gün onu kendisini affedeceğini ve ona minnettar olacağını umuyordu. Ve baharda umutsuz bir şekilde evleneceklerini umut ediyordu. Luz onun iyi bir kariyere sahip olmasını umut ediyordu ve ona sonsuz bir güven duyuyordu. Bunun en iyisi olacağını biliyordu.

            Fakat o Luz ile baharda evlenmedi, ya da başka bir zamanda. Luz Chicago’ya yazdığı mektuba hiçbir zaman cevap alamadı. O ise, bir zaman sonra Lincoln parkında taksiyle turlarken güzel bir kızla belsoğukluğu karşılığında güzel vakit geçirdi.