Ya
Siz Zombiler
22.17-5. Zaman Dilimi(Doğu Zaman Dilimi)-7 Kasım 1970-New
York Babacığın Yeri.:
Konyak bardağını
silerken içeriye evli olmayan anne girdi. Saate dikkat etmiştim—22:17,
bölge beş, ya da doğu saatiyle, 7 Kasım 1970. Zaman Gardiyanları saati ve
tarihleri her zaman hatırlarlar; hatırlamalıyız.
Evli olmayan kadın 25 yaşında, benden uzun olmayan
çocukça özellikleri olan alıngan öfkeye sahip bir adamdı. Görünüşünü
sevmemiştim—o delikanlıyı işe almak için buradaydım, benim çocuk oydu. Ona en
güzel barmen gülümsememi attım.
Belki de fazla önyargılıyım. Çok fazla gösterişli
değildi; Lakabı, ona her zaman meraklı tipler tarafından sorular sorulduğunda
verdiği cevaptan geliyordu: “Ben evli olmayan anneyim.” Eğer katil olacak
kadar sinirli değilse ekleyerek: “kelimesi dört cent’e. İtiraf hikâyeleri yazarım.”
Eğer kötü hissediyorsa, birisinin bundan bir şey
çıkarmasını beklerdi. Ölümcül bir iç çatışması vardı, tıpkı bir kadın polis
gibi—onu istememin bir sebebi buydu. Tek sebep bu değildi.
Yüzünde bir yük var gibiydi ve her zamankinden daha fazla
hor görüyordu insanları. Sessizce ona bir duble içki koyup şişeyi bıraktım.
İçti ve tekrar doldurdum.
Barı silmeye başladım. “’Evlenmemiş anne’ nasıl geyiği
nasıl gidiyor?”
Bardağı sımsıkı sıkmaya başladı ve sanki bana fırlatacak
gibiydi; bende tezgâhın altında duran sopaya davrandım. Zamanı kontrol
edebiliyorsan eğer her ihtimali bilirsin ama hesaba katacak o kadar fazla
değişken var ki kesinlikle gereksiz yere risk almazsın.
Büro’nun eğitimlerinde dikkat etmen gerektiğini
söyledikleri o küçük oran kadar yatıştığını gördüm. “Affedersin” dedim. “İşler
nasıl?” diye sormuştum sadece. “Havalar nasıl?” diye sordum farz et.
Suratını buruşturdu.
“İdare eder. Ben yazıyorum, onlar basıyor. Aç kalmıyor.”
Kendime bir kadeh koyup yanına yaklaştım. “aslında,” dedim.
“yazdıkların o kadarda kötü değil. Birkaç tanesinin kopyasını buldum. Kadın
bakış açısını anlıyorsun.”
Bundan bahsederken risk almıştım. Kullandığı mahlaslardan
kimseye söz etmezdi. Sarhoşluğundan sadece sonunu anlayabilmişti. “Kadın bakış
açısı ha!” diye tekrarladı. “Ben bilmeyeceğimde kim bilecek!”
“Tabii ki” dedim tereddütle. “Kız kardeşin var mı?”
“Hayır. Söylesem de inanmazsın zaten.”
“Hadi be,” diye cevapladım hafifçe. “Barmenlerin ve
psikiyatristlerin bildiği ortak bir nokta varsa o da hiçbir şeyin gerçek kadar acayip
olmadığıdır. Biliyor musun delikanlı, benim duyduğum hikâyeleri kitap yapsan
zengin olursun. Akıl almaz şeyler bunlar”
“‘Akıl almaz’ ne demek bilmiyorsun sen!”
“Anlat o zaman, beni şaşırtamazsın. Kesin daha kötüsünü
duymuşumdur.”
Yine sinirlendi. “Şişenin geri kalanına iddiaya var
mısın?”
“Geri kalanı bırak yeni bir şişesine bile girerim.” Tezgâha
kapalı bir şişe koydum. “Anlat” dedim.
Garsona etrafı
toparlaması için kaş göz yaptım. Barın ucunda turşu kavanozlarıyla ıvır zıvırın
olduğu ayrı köşeye geçtik. Bir kişi at yarışı izliyor diğeri de müzik
dinliyordu. Burada rahattık.
“Pekâlâ.” Dedi.
“Öncelikle ben bir piçim.”
“Burada ayrım
yapmıyoruz.” Dedim.
“Ben ciddiyim.” diye
çıkıştı. “Annemle babam evli değildi.”
“Ne olmuş yani?” diye
üsteledim. “Bizimkiler de evli değildi.”
“ne—“ derken duraksadı.
İlk defa dostça bakıyordu. “Gerçekten mi?” diye sordu.
“Tabii ki” diye
yanıtladım. “ Tam bir piçim. Bizim ailede evlenen adam yok. Hepimiz piçiz.”
Gözü yüzüğüme takıldı.
“Buna mı bakıyorsun?” diye gösterdim.
“Kadınları uzak tutmak
için evlilik yüzüğüne benzemesi seni aldatmasın.” Dedim. Bir meslektaşımdan
1985 yılında satın almıştım dedi. O da milattan önce giritten almış.
“Ouroboros Solucanı…
Sonu olmayan, sonsuza tek kuyruğunu yiyen yılan. Büyük paradoksun simgesi.
Pek ilgilenmedi. “Eğer
bir piçsen nasıl olduğunu bilirsin. Ben küçük bir kızken—“
“Doğru mu duydum onu?
Kimin ağzından anlatıyosun hikâyeyi? Sen küçük bir kızken… Christine Jorgensen
ismini duydun mu? Ya da Roberta Cowell? Bu mu? Cinsiyet mi değiştirdin?
“Bir daha sözümü
kesersen hikâye burada biter. 1945 yılında bir aylıkken Cleveland’da bir
yetimhaneye bırakıldım. Hep anası babası olan çocuklara imrenmekle geçirdim
çocukluğumu. Hele ki cinsellik konusunu öğrendiğimde… İnan bana bunları
yetimhanede daha çabuk öğreniyorsun.
“Bilirim.”
“O zaman çocuklarımı
anasız babasız bırakmayacağıma yemin ettim. . Böylece orada ‘saf’ kalabildim.
Öyle kolay bir iş değil o ortamda. Mücadele etmeyi öğrenmem gerekti. Büyüyünce fark
ettim evlatlık alınma şansım olmadığı gibi evlenme şansımda yoktu. İkisi de
aynı sebepten ötürü.”
Sinirlendi. “Domuz
yüzlü, tipsiz, düz saçlı bir tiptim.”
“Benden kötü değilsin.”
“Bir barmenin nasıl
göründüğü kimin umurunda? Ya da bir yazarın? Ama evlat edinmek isteyenler altın
saçlı, mavi gözlü veletleri seçer. Daha sonra koca memeli, tatlı suratlı ve
“muhteşem erkek tavırlı” kızlar peşine takar herkesi.”
Omuz silkerek.
“Böyleleriyle başa çıkılmaz. Ben de S.Ü.R.T.Ü.K’e katılmaya karar verdim.
“Ney?”
“Süper Üstün Resmi
Teşkilat-Ü Kadınlar. Şarj etme ve eğlendirme servisi bugünlerde onlara uzay
melekleri diyorlar.
Bahsettiği terimlere
aşinaydım. Zamanında ikisinin de zaman kaydını çıkartmıştım. Bunun için
kullandığımız üçüncü bir isimde vardı. Kadın Astronot Nazımı Cezai İnfaz
Kurumu.
Zaman sıçramalarının en
büyük zorluklarından biriside kelimelerin anlam değiştirmeleridir. “Servis
istasyonu” teriminin bir zamanlar akaryakıt alınan bir yer olduğunu biliyor
muydunuz? Bir seferinde Churcill zamanında görevdeyken bir kadın bana” yakında
ki servis istasyonunda buluşalım” demişti. Kulağa nasıl geldiğini biliyorum ama
“servis istasyonu” yatak içeren bir şey değildi.
Devam etti: “ Yıllarca
streslerini azaltmadan erkekleri uzaya gönderemeyeceğini anladıkları zamanlar.
Sofuların ne kadar çok kafa açtığını hatırlıyor musun? Bana yaramıştı bu olay.
Başvuran adam yoktu. Güzel ve olursa bakire ( eğitime sıfırdan başlamayı
severlerdi) orta zekâda sinirlerine hâkim olabilen kızlar arıyorlardı ama
başvuranlar ya fahişe ya da dünyadan on gün uzak kalsa kafayı kıracak tiplerdi.
İşi almak için güzel gözükmeme gerek yoktu. Tavşan dişlerimi düzeltip saçlarımı
yapacaktılar. Düzgün yürümeyi, dans etmeyi, erkekleri nasıl memnun edeceğimi
göstereceklerdi. Birde temel görevlerim için eğitim alacaktım. Estetik ameliyat
bile olacaktım gerekirse.
“Bu hizmetin boyunca
hamilede kalmıyordun üstelik, görevin bitince de evlenmen garantiydi. Bugün
uzay meleklerinin astronotlarla evlendiği gibi—aynı dili konuştukları kesin.”
“On sekizimdeyken bana
dadılık yapacağım bir iş buldular. Yanında çalıştığım ailenin hizmetçisiydim
aslında çünkü yirmi bir yaşından önce askere gidemiyordum. Sabahları ev işi
yapıyor gece de okula gidiyordum. Evdekilere daktilo ve stenografi dersine
gidiyorum diyerek Meleklere kabul edilme şansımı arttırmaya çalışıyordum
aslında.”
“Bir gün şehirli bir
çocukla tanıştım. Cebi parayla doluydu.” Diyerek sinirlendi. “Lavuğun tomarla
parası vardı. Bir tomar para vermeye kalktı bana bir gün.”
“Reddettim. Çocuğa
hastaydım. İlk defa bir çocuk benimle alay etmiyor, bana iyi davranıyordu. Onu
görebilmek için okulu bıraktım. En güzel günlerimdi.”
“Sonra bir gece parkta
olanlar oldu.” Diyerek duraksadı.
“Sonra?” diye sordum.
“Sonrası yok! Bir daha
göremedim onu. Eve bıraktı, seni seviyorum deyip öptü ve gitti. O kadar.”
Çok sinirlendi.
“Öldüreceğim o lavuğu!” dedi.
“Bence de.” Diyerek
katıldım. “nasıl hissettiğini anlıyorum ama bunun için onu öldürmek… Çok kızmış
olmalısın?”
“Ne alaka ya şimdi?”
“Belki seni bıraktığı için
bir dayağı hakkediyordur ama…”
“Daha fazlasını hakkediyor!
Bak. Herkesten bu olayı sakladım ve devam ettim. Gerçekten sevmiyordum onu ve
S.Ü.R.T.Ü.K’e katılmayı çok istiyordum. Şanslıydım, bakire olmadığım için
elemediler. Yine yüzüm gülüyordu.”
“Eteklerim dar gelmeye
başlayınca sorun olduğunu fark ettim.”
“Hamile miydin?”
“Lavuk birde hamile
bırakmış beni! Çalışabildiğim sürece ev sahiplerim ses etmedi ama bir süre
sonra kapı dışarı ettiler. Yetimhane almadı beni ve bir sığınma evine düştüm.
Bir sürü koca göbekli kadın. Sonumuzu bekliyorduk.
“Bir gece ameliyat
masasında buldum kendimi. Bir hemşire ‘Rahatla derin nefes al’ diyordu.”
“Yatağımda uyandığımda
göğsümden aşağısı uyuşmuş haldeydi. Doktorum odaya
girdi. Gülen bir
ifadeyle ‘Kendini nasıl hissediyorsun?’ diye sordu.”
“Bir anne gibi.’
“Normal. Sargılar
içindesin ve bir şey hissetmemen için sana narkoz verdik.”
İyileşmen biraz zaman
alabilir. Sezaryen bu, diş çektirmeye benzemez.”
“Sezaryen.’ dedim.
‘Doktor, yoksa bebeğe bir şey mi oldu?”
“Hayır. Bebeğin iyi.”
“Erkek mi kız mı peki?”
“Sağlıklı küçük bir
kızın oldu. İki kilo, üç yüz elli gram.”
“Rahatladım, bir
bebeğim olmuştu. ‘Bu da bir şey’ dedim. Kimliğime dul yazdırıp babası da öldü
derim. Bebeğim yetimhanede büyümeyecek.”
“Doktor henüz son
sözünü söylememişti. “Söyler misin…” adımı söylemekten çekiniyordu. “ tuhaf bir
hormon yapın var bu konu hakkında bir fikrin var mıydı?”
“Ney? Tabi ki hayır. Ne
demek istiyorsun?” dedim. Çekinerek “ Bunu sana bir seferde söyleyeceğim.
Sonrada sana yatıştırıcı vereceğim. Endişe etme.” Dedi.
“niye?”
“Otuz beş yaşına kadar
kadın olan İskoç doktoru biliyor musun? Daha sonra ameliyat olup hem fiziksel hem de yasal olarak bir
erkek olmuştu. Üstelik sorunsuz bir şekilde evlendi.
“Bunun benimle ne alakası
var?”
“‘Söylemeye çalıştığım bu. Sen artık bir erkeksin.”
Doğrularak “Ne?”
“‘Sakin ol. Ameliyat için vücudunu açtığımda içerisinin
karmakarışık olduğunu
farkettim. Bebek gelirken baş cerraha haber saldım. Sen masada baygın
yatarken konsültasyon yaptık ve elimizden geldiği kadar kurtarmaya calıstık. Hem dişi hem de erkek organların vardı. Olgun olmadıkları için dişi organların çocuk sahibi olmana el vermiyordu. Bir daha iş göremeyecekleri için onları çıkardık. Erkek organlarını da sağlıklı bir şekilde düzelttik.” Elini omzuma koydu. “Endişelenme. Gençsin kemiklerin uyum sağlayacaktır. Dengelerini de takip edeceğiz. Sağlıklı bir delikanlı olacaksın.”
farkettim. Bebek gelirken baş cerraha haber saldım. Sen masada baygın
yatarken konsültasyon yaptık ve elimizden geldiği kadar kurtarmaya calıstık. Hem dişi hem de erkek organların vardı. Olgun olmadıkları için dişi organların çocuk sahibi olmana el vermiyordu. Bir daha iş göremeyecekleri için onları çıkardık. Erkek organlarını da sağlıklı bir şekilde düzelttik.” Elini omzuma koydu. “Endişelenme. Gençsin kemiklerin uyum sağlayacaktır. Dengelerini de takip edeceğiz. Sağlıklı bir delikanlı olacaksın.”
“Ağlamaya başladım.
Bebeğime ne olacak?”
“Onu emziremezsin,
sütün yavru bir kediye bile yetmez. Senin
yerinde olsam onu bir daha görmezdim. Evlatlık verirdim.’
yerinde olsam onu bir daha görmezdim. Evlatlık verirdim.’
“Asla!”
“Omuz silkti. ‘Karar senin. Çocuğun annesi, yani ebeveyni,
sensin. Şimdilik
bunları düşünme. Önce iyileş.”
“Ertesi gün bana bebeğimi gösterdiler. Her
gün görmeye başladım ve alışmaya
çalışıyordum. Daha önce hiç yeni doğmuş bir bebek görmemiştim ve bu kadar
çalışıyordum. Daha önce hiç yeni doğmuş bir bebek görmemiştim ve bu kadar
çirkin oldukları aklımın ucundan geçmezdi. Kızım turuncu bir
maymuna
benziyordu. Duygularımın yerini soğuk bir kararlılık almıştı. Onun için yapılması gerekeni yapacak kararı vermek zorundaydım. Aslında dört hafta sonra bunun bir anlamı kalmamıştı.
benziyordu. Duygularımın yerini soğuk bir kararlılık almıştı. Onun için yapılması gerekeni yapacak kararı vermek zorundaydım. Aslında dört hafta sonra bunun bir anlamı kalmamıştı.
“Ne?”
“Onu aldılar”
“Aldılar mı?”
Evlenmemiş kadın, az kalsın iddiaya girdiğimiz şişeyi
deviriyordu. “Kaçırdılar. Bakım odasından çaldılar.” Zor nefes alıyordu. “Bir
adamın hayatının anlamını nasıl alırsın sen ya?”
“Çok kötü.”dedim.” “Buyur bir kadeh daha iç.
Bebekten haber aldınız mı?”
Bebekten haber aldınız mı?”
“Polisin takip edebileceği bir ipucu yoktu. Biri
onu görmeye gelmiş, amcasıyım demiş. Hemşirenin arkası dönükken de bebeği alıp gitmiş.”
“Nasıl bir tipmiş?
“Senin benim gibi bir adam.” Sinirlendi. “
bence babasıydı. Hemşire yaşlı bir adam olduğunu söyledi ama makyaj yapmıştır.”
Çocuksuz kadınların böyle oyunlar yaptığını duymuştum ama bir adam neden
yapsın?”
“Sonra noldu?”
On bir ay daha o nemrut yerde kaldım. Üç ameliyat daha
geçirdim. Dört ay sonra
artık sakallarım çıkmaya başlıyordu; hastaneden çıkmadan önce düzenli traş
olmaya başlamıştım… ve erkek olduğumdan şüphe edilmiyordu Acı
acı gülümsedi. “Bakışlarım hemşire yakalarından içeri doğru kayıyordu.”
artık sakallarım çıkmaya başlıyordu; hastaneden çıkmadan önce düzenli traş
olmaya başlamıştım… ve erkek olduğumdan şüphe edilmiyordu Acı
acı gülümsedi. “Bakışlarım hemşire yakalarından içeri doğru kayıyordu.”
“Bana sorarsan iyi atlatmışsın.” dedim. “Karşımda normal bir
erkek gibi
oturuyorsun, iyi para kazandığını ve bir derdin olmadığını söylüyorsun. Ve bir kadın hayatı o kadar da kolay değil.”
oturuyorsun, iyi para kazandığını ve bir derdin olmadığını söylüyorsun. Ve bir kadın hayatı o kadar da kolay değil.”
Ters ters bana baktı. “Çok biliyorsun ya!”
“Olamaz mı?”
“Hiç ‘acıların kadını’ diye bir laf duydun mu?”
“Yıllar önce, bir şey
ifade etmiyor.”
O herif beni gerçekten mahvetti. Artık bir kadın değildim…ve nasıl erkek
olunur bilmiyordum.”
“Alışman zaman almış olmalı.”
Tahmin bile edemezsin. Ne giyeceğine veya hangi tuvalete
gireceğini kastetmiyorum. Onları hastanede öğrettiler zaten. Ama nasıl yaşayacaktım? Nasıl
ekmek parası kazanacaktım? Lanet olsun araba bile kullanamıyordum. Ticaretin te’sinden
anlamazdım. Amelelik de yapamazdım. Her yerim yara bere içindeydi.”
ekmek parası kazanacaktım? Lanet olsun araba bile kullanamıyordum. Ticaretin te’sinden
anlamazdım. Amelelik de yapamazdım. Her yerim yara bere içindeydi.”
“O lavuktan nefret etme sebebim S.Ü.R.T.Ü.K’e
katılmamı engellemesi yüzündendi aslında. Uzay birliklerine katılmak için
başvurunca asıl darbeyi yedim. Çürük olmam için göbeğime bakmaları yeterliydi. Tabip
subay benimle ilgilendiğinde biraz umutlandım ama o da meraktanmış. Benim
hakkımda yazılanları okumuş.
ben de adımı değiştirip New York’a geldim. Önce
ızgara şefi oldum. Sonra bir
daktilo kiralayıp stenograflık yapmaya başladım. Dört ayda elime dört mektup bir de kitap
taslağı işi gelmişti. Şaka gibi. Gerçek Hayat Hikâyeleri adında bir kitaptı ve
işe yaramaz birşeydi. Ama deyyus iyi satıyordu. Fikir verdi bu bana. İtiraf
dergileri alıp hepsini inceledim.
Şişeyi ona doğru ittim. Hâline üzülmüştüm ama yapmam
gerekenler vardı.
“Bana bak koç, hala şu lavuğu bulmak istiyor musun?”
Heyecanlandı.
“Dur orada bir bakalım!” dedim. “Öldürmeyeceksin değil mi?”
Acımasızca sırıttı. “Gör bakalım.”
Sandığından daha
fazlasını biliyorum. Onun nerede olduğunu biliyorum.”
Bardan zıplayıp yakama yapıştı. “Nerede lan o
haysiyetsiz şerefsiz?”
Şeklimi hiç bozmadım. Sakince “Yavrum evladım
bırak yakamı, yoksa ağzına vururum senin. Polis gelince de sızdı derim.” Ve
sopayı gösterdim.
Ellerini çekti. “Kusura bakma, ama nerede o?”
bana bakarak “Nasıl bu kadar fazla şeyi biliyorsun?”
“Anlatacağım bir soluklan. Kayıtları okudum.
Hastanenin kayıtları, yetimhane, tıbbi kayıtlar… Yetimhanenin başhemşiresi Bayan Fetherage’dı
değil mi? Sonra da Bayan
Gruenstein geldi. Kızken adın “Jane’di değil mi?” Ve bunları bana söylemediğine
eminsin?
Biraz korkutmuş birazda şaşırtmıştım onu. “Ne demek oluyor
bunlar? Başımı belaya sokacaksın.”
“Aslında senin iyiliğini düşünüyorum. Bu adamı sana
verebilirim. Ne yaparsan yap, sonrada paçayı kurtaracaksın. Söz. Ama bence onu
öldürmeyeceksin. Onu öldürmen için deli olman lazım ve sen deli değilsin.
Kadehi kafaya dikti. “Uzatma artık da söyle nerede o
haysiyetsiz şerefsiz?”
İçkisini tazeledim.
Öfkeli olduğundan sarhoşluğunu fark etmiyordu. “Ağır ol koçum. Karşılığında
seninde benim için bir şey yapman lazım.” Dedim.
“Ney?”
“İşini
sevmiyorsun.Yüksek maaşlı, harcamalarının
tümünün karşılandığı, kendi patronun olabileceğin düzenli bir işe ne dersin? Maceradan
maceraya da koşacaksın.
Dik dik baktı. “‘Al işini başına çal!’ derim. Amma attın ha,
nerede o günler?”
“Tamam. Şöyle diyelim.
Sana onu teslim edeceğim, Derdin
neyse hallet. Sonra sen de
bahsettiğim işi dene. İstemiyorsan seni zorlayacak değilim.
Son kadeh yüzünden sallanıyordu. “ Ghetir o pzevengi
banaağğ!”
“Anlaştık dersen getireceğim.”
Elini uzattı. “Anlaştık!” dedi.
Yanda ki barmene ortalığa göz kulak olmasını söyledim. Zamanı
not ettim. Saat 23.00. Barın altında ki bölmeden diğer tarafa geçerken müzik
kutusunda ki şarkı “ ben kendi büyükbabamım!” diye bangır bangır çalmaya
başladı. Garsona 70’li yılların “şarkılarını” midemin kaldırmadığını
söylemiştim onun yerine americana ve klasiklerle doldurmasını söylemiştim ama
aralarında bu şarkının olduğunu bilmiyordum. “ Kapat şu lanet olası
zamazingoyu! Müşteriye de parasını geri ver!” diye bağırdım. “ben kilere
gidiyorum, geleceğim.” Evlenmemiş kadını da alıp kilere götürdüm.
Depo tuvaletlerin
karşısındaydı, Çelik kapısının
anahtarı yalnızca bende ve gündüz müdüründe vardı. Evlenmemiş kadınla odaya
girdik.
Zar zor duvarlara bakarak “ nerede lan o?” dedi.
“Burada.” Dedim.
Odanın içindeki tek şey olan çantayı açtım: A.B.D. Yakıt
Kurumu Dönüştürücü Alan aparatı,
92 serisi,
2. model, hareket eden
parça yok, yirmi üç kiloluk ağırlığı ve bavul şeklinde ki tasarımıyla tam bir
efsane. O gün ince ayar çekmiştim alete. Tek şey dönüştürücü alanı sınırlayan
ağın içine girmekti.
Ağın içine girdim “Bu
ne?” diye sordu.
“Zaman makinesi.” Dedim
ve ağı üstümüze attım.
“Lan!” diye bağırıp
geri zıpladı. Bu olayın tekniğiydi. Ağı öyle atarsanız hedef içgüdüsel olarak
geri adım atar ve tuzağa basar. Daha sonra ikinizde içerideyken ağı tamamen
kapatırsınız. Yoksa bir ayakkabı topuğunu bile geride bırakabilir ya da tamamen
ayağınızı geride bırakabilirsiniz. İşin iyi tarafı bunun dışında başka bir şeye
ihtiyacınız yok. Bazı ajanlar hedeflerini buraya sokmak için türlü ali cengiz
oyunu yaparlar. Bense yaşadıkları anlık şaşkınlıklardan faydalanıyorum daha
sonrada makineyi çalıştırıyorum. Ki aynen böyle yaptım.
0.30-6. Zaman Dilimi-3 Nisan 1963-Cleveland, Ohio-Apex Apt.:
“Hey!” diye yineledi. “Kaldır şu lanet olası
şeyi üzerimden!”
“Affedersin,” diyerek
ağı kaldırıp toparladım. “Onu bulmak istediğini söyledin.”
“İyi de sen bunun bir
zaman makinesi olduğunu söyledin!”
Camdan dışarıyı
gösterdim. “Hiç kasım ayına benziyor mu? Ya da new york şehrine? O dışarıya
doğru bakınırken bende çantadan bir tomar para çıkardım ve seri numaraları 1963
senesiyle uyumlu mu diye kontrol etmeye başladım. Büro ne kadar para
harcadığınızı umursamaz ama tarih hatalarından da hoşlanmaz. Bu hatalardan
fazlaca yaparsanız mahkeme sizi hiç hoş olmayan bir yere 1 seneliğine
gönderebilir. Örnek vermek gerekirse 1974 senesinde zorla çalıştırılma gibi. Paralar
tamamdı.
Dönüp “ne oldu?” Diye
sordu.
“aradığın adam burada
onu bul ve bu paralarda harcamaların için.”
Parayı verdikten sonra
ekledim “Ne yapmak istiyorsan yap daha sonra gelip seni alacağım.
Alışkın olmayanlarda
100 dolar banknotu hipnoz etkisi yaratır. Birden paraları saymaya başladı.
Koridora çıkarttım onu ve arkasından kapıyı kilitledim. Bir sonraki sıçramam
kolaydı. Sadece küçük bir dönem değişikliğini.
17.00-6. Zaman
Dilimi-10 Mart 1964-Cleveland, Ohio-Apex Apt.:
Kapının altında kira
sözleşmemin haftaya biteceğini belirten bir not vardı. Bunun dışında oda da
fazla bir değişiklik yoktu. Dışarıda yapraklar dökülmüş ve kar yağıyordu.
Paraları ayarladım. Odayı kiraladığım zaman bıraktığım ceket, pardösü ve
şapkayı giydikten sonra hemen işe atıldım. Hastaneye gittim. Bıktırana kadar
hemşirenin başının etini yedim ve çaktırmadan bebeği aldım. Apex apartmanına
döndüm bir sonraki durum biraz uğraştırıcıydı çünkü bu bina 1945 yılında yoktu.
Ama bunu önceden düşünmüştüm.
01.00-6. Zaman
Dilimi-20 Eylül 1945-Cleveland, Skyview Moteli:
Makine ve bebekle şehir
dışında ki bir motele geldim. Ohio’dan Gregory Johnson adına bir oda tutmuştum.
Perdeler kapalı, pencereler kilitli, kapılar kilitli ve makinenin çalışacağı
yerde ki her şey boşaltılmıştı. Yanlış yerde duran bir sandalye büyük sorunlar
çıkartabilir. Tabii ki sandalyeden değil ama geri tepmeden dolayı.
Sorun yoktu ve Jane
huzurlu bir şekilde uyuyordu. Dışarıya götürdüm onu arabanın içinde ki boş bir
kutuya koydum ve yetimhaneye doğru yola çıktım. Basamaklara onu bıraktım ve iki
sokak ötede ki servis istasyonuna(benzinlik olan) gittim. Yetimhaneyi aradım ve
kutuyu içeri aldıklarından emin olmak için geri döndüm. Sürmeye devam ettim ve
arabayı motelin yanına bıraktım. Odaya girdim 1963 yılında bulunan Apex
apartmanına sıçradım.
22.00-6. Zaman
Dilimi-24 Nisan 1963-Cleveland, Ohio-Apex Apt:
Durmam gereken zamanı
iyi ayarlamıştım. Gideceğin nokta sıfır noktasından farklıysa zaman aralığını
iyi seçmek gerek. Eğer bir hata yapmadıysam Jane bu huzurlu ilkbahar gecesinde
parkta düşündüğü kadar “uslu” bir kız olmadığının farkına varıyor olması lazımdı.
Bir taksi tuttum ve şu cimrilerin evine doğru yola koyuldum. Şoföre gölgede
beklemesini söyledim.
Akaçin
XII
Bir süre sonra ikisi de
sarmaş dolaş yürüyerek sokağın başında gözüktüler. Kapının önünde adam kızı
uzun uzun öptü. Tahmin ettiğimden daha fazla sürdü öpüşmeleri. Kız eve
girdikten sonra adam yürümeye devam etti. Gidip koluna girdim ve onu
sürüklemeye başladım. “Benim iş bu kadar delikanlı.” Dedim seni almaya geldim.”
“Sen!” dedi ve nefesini
kesildi.
“Evet, ben. Şimdi onun
kim olduğunu biliyorsun ve biraz düşünürsen seninde kim olduğunu anlarsın.. ve
yeterince düşünürsen bebeğinde kim olduğunu anlarsın.. ve benim kim olduğu mu
da.”
Cevap veremedi,
sarsılmıştı. Doğal olarak, kendisi tarafından baştan çıkarılmaya
dayanamayacağını yüzüne vurmuştum. Apex apartmanına geri döndük. Yine sıçradık.
23.00-7. Zaman
Dilimi-12 Ağustos 1985-Rocky Dağları Askeri Üssü:
Nöbette ki çavuşu
uyandırdım ve kimliğimi gösterdim. Ona, Yanımda getirdiğim dostuma yatıştırıcı
bir hap verip uyumasını ve sabahta kabulünü yapmasını söyledim. Çavuş somurttu
ama rütbe rütbedir. Dediğimi yapacaktı ama bir dahaki karşılaşmamızda
kendisinin albay benimse çavuş olabileceğimi düşünüyordu. Bu tür şeyler
normaldir.
“Adı ne?” diye sordu.
Adını yazdım. Kaşlarını
kaldırdı. “Nasıl? Ha?”
“İşini yap çavuş.”
Dedim ve döndüm.
“Delikanlı artık
dertlerin bitti. Hayatının en iyi işine başlamak üzeresin. Başarılı olacaksın
biliyorum.”
“Aynen” diye onayladı
çavuş. Ben 1917 doğumluyum, hala ayaktayım ve gencim tadını çıkarıyorum.”
Sıçrama odasına döndüm, değerleri sıfırladım.
23.01-5. Zaman Dilimi-7 Kasım 1970- New York,
”Baba’nın Yeri”:
Bahane olarak elimde
bitmesine az bir şey kalan Drambuie ile çıktım. Yardımcı barmen “ben kendimin
büyükbabasıyım” şarkısını çalan müşteriyle tartışıyordu. “Bırak çalıyorsa
çalsın sonrada fişini çek.” Dedim yorgundum.
Zor olmasına rağmen
birisinin bunu yapması gerekiyordu. 1972 hatasından beri adam bulmak zordu.
Dolgun maaşlı olmasına rağmen ve (tehlikeli) ilgi çekici bir işte çalışacak
birilerini
Akaçin
XIII
bulmak için kafası
karışmış insanlardan daha iyi bir yöntem var mı? 1963 hırt savaşının neden tırt
çıktığını herkes bilir. New York’a gitmesi gereken bomba patlamamıştı.
Dolayısıyla her şey ters gitmişti. Bizim sayemizde tabii ki.
Ama 1972 hatası öyle
değildi. Bizim suçumuz ve yapabileceğimiz bir şey yoktu. Ortada bir paradoks
yok. Bir şey vardır ya da yoktur. Şimdi ve sonsuza kadar, Amin. Bir daha böyle
bir şey olmayacak. 1992 emrinin her emirden üstünlüğü var.
Beş dakika erken
kapattım, kasaya sabah müdürüne hisselerimi satmayı kabul ettiğimi belirten bir
not bıraktım. Avukatımla görüşecekti ve ben tatile çıkacaktım. Notu kasanın
içine bıraktım. Büro ödemeyi kabul edip etmez mi bilemem ama geride
bıraktıklarımız şeyleri düzgün bırakmamızı isterler. Arka odaya gittim ve
1993’e sıçradım.
22.00-7. Zaman
Dilimi-12 Ocak 1993-Rocky Dağları, Zaman İşleri Askeri Birliği:
Nöbetçiyi gördükten
sonra odama geçerek, bir hafta uyumayı planlıyordum. Kazandığım şişeyi yanımda
getirmiştim. Raporumu yazmaya başlamadan önce bir kadeh içtim. Berbat bir tadı
vardı. Bu berbat içkiyi nasıl sevdiğimi hiç anlamamıştım. İdare eder bir tadı
vardı, ayık olmayı sevmiyordum. Çok düşünürdüm yoksa. Ama şişenin dibini
görmeyide sevmem, sorumluluklarım var.
Raporumu tamamladım.
Büroya alınmasını istediğim 40 kişinin hepsi psikoloji bürosu tarafından
onaylanmıştı. Kendi başvurumda dahil. Şüphem yoktu zaten. Sonuçta buradayım
öyle değil mi? Daha sonra müdahale bürosuna geçmek için bir başvuru yaptım.
Personel alımından bıkmıştım. Raporu ve başvuruyu teslim ettikten sonra
yatağıma uzandım.
Yatağımın yanında asılı
“Zaman Hükümleri” belgesine gözüm takıldı.
Yarın yapılması gereken
dünleri sakın yapma
Olurda başarırsan,
sakın bir daha deneme.
Zamana attığın bir
dikiş bütün insanlığı kurtarır.
Paradokslar halledilir.
Düşündüğünde vakit her
zaman erkendir.
Atalar sadece insandır
Tanrılarda hata yapar!
Birliğe ilk kabul
edildiğimde daha fazla heyecanlandırıyordu bu sözler beni. 30 yıllık bu
göreceli sıçrayış hayatı beni yormuştu. Yattıktan sonra göbeğime baktım.
Üzerinden uzun zaman geçmiş ve sezaryen yarasının olduğu yerlerde kıllar
çıkmaya başlamıştı.
Parmağımda ki yüzüğe baktım.
Kendi kuyruğunu yiyen
yılan, durmadan devam eden…. Ben nereden geldiğimi biliyorum—ya siz zombiler?
Siz nereden geldiniz?
Başımın ağrıdığını
hissediyordum, ama ağrı kesici içmeyeceğimi biliyordum. Bir keresinde içtim—ve her
şey gitti.
Yatağa doğru süzüldüm
ve ışıkları söndürdüm.
Sen orada bile
değilsin. Burada ben, Jane, Tek başıma kapkaranlık odada tek başımayım.
Sizleri o kadar çok
özledim ki!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder