14 Ocak 2015 Çarşamba

All You Zombies / Ya Siz Zombiler

Ya Siz Zombiler
22.17-5. Zaman Dilimi(Doğu Zaman Dilimi)-7 Kasım 1970-New York Babacığın Yeri.: 
Konyak bardağını silerken içeriye evli olmayan anne girdi. Saate dikkat etmiştim—22:17, bölge beş, ya da doğu saatiyle, 7 Kasım 1970. Zaman Gardiyanları saati ve tarihleri her zaman hatırlarlar; hatırlamalıyız.
            Evli olmayan kadın 25 yaşında, benden uzun olmayan çocukça özellikleri olan alıngan öfkeye sahip bir adamdı. Görünüşünü sevmemiştim—o delikanlıyı işe almak için buradaydım, benim çocuk oydu. Ona en güzel barmen gülümsememi attım.
            Belki de fazla önyargılıyım. Çok fazla gösterişli değildi; Lakabı, ona her zaman meraklı tipler tarafından sorular sorulduğunda verdiği cevaptan geliyordu: “Ben evli olmayan anneyim.” Eğer katil olacak kadar sinirli değilse ekleyerek: “kelimesi dört cent’e. İtiraf hikâyeleri yazarım.”
            Eğer kötü hissediyorsa, birisinin bundan bir şey çıkarmasını beklerdi. Ölümcül bir iç çatışması vardı, tıpkı bir kadın polis gibi—onu istememin bir sebebi buydu. Tek sebep bu değildi.
            Yüzünde bir yük var gibiydi ve her zamankinden daha fazla hor görüyordu insanları. Sessizce ona bir duble içki koyup şişeyi bıraktım. İçti ve tekrar doldurdum.
            Barı silmeye başladım. “’Evlenmemiş anne’ nasıl geyiği nasıl gidiyor?”
            Bardağı sımsıkı sıkmaya başladı ve sanki bana fırlatacak gibiydi; bende tezgâhın altında duran sopaya davrandım. Zamanı kontrol edebiliyorsan eğer her ihtimali bilirsin ama hesaba katacak o kadar fazla değişken var ki kesinlikle gereksiz yere risk almazsın.
            Büro’nun eğitimlerinde dikkat etmen gerektiğini söyledikleri o küçük oran kadar yatıştığını gördüm. “Affedersin” dedim. “İşler nasıl?” diye sormuştum sadece. “Havalar nasıl?” diye sordum farz et.
            
Suratını buruşturdu. “İdare eder. Ben yazıyorum, onlar basıyor. Aç kalmıyor.”
            Kendime bir kadeh koyup yanına yaklaştım. “aslında,” dedim. “yazdıkların o kadarda kötü değil. Birkaç tanesinin kopyasını buldum. Kadın bakış açısını anlıyorsun.”
            Bundan bahsederken risk almıştım. Kullandığı mahlaslardan kimseye söz etmezdi. Sarhoşluğundan sadece sonunu anlayabilmişti. “Kadın bakış açısı ha!” diye tekrarladı. “Ben bilmeyeceğimde kim bilecek!”
            “Tabii ki” dedim tereddütle. “Kız kardeşin var mı?”
            “Hayır. Söylesem de inanmazsın zaten.”
            “Hadi be,” diye cevapladım hafifçe. “Barmenlerin ve psikiyatristlerin bildiği ortak bir nokta varsa o da hiçbir şeyin gerçek kadar acayip olmadığıdır. Biliyor musun delikanlı, benim duyduğum hikâyeleri kitap yapsan zengin olursun. Akıl almaz şeyler bunlar”
            “‘Akıl almaz’ ne demek bilmiyorsun sen!”
            “Anlat o zaman, beni şaşırtamazsın. Kesin daha kötüsünü duymuşumdur.”
            Yine sinirlendi. “Şişenin geri kalanına iddiaya var mısın?”
            “Geri kalanı bırak yeni bir şişesine bile girerim.” Tezgâha kapalı bir şişe koydum. “Anlat” dedim.
Garsona etrafı toparlaması için kaş göz yaptım. Barın ucunda turşu kavanozlarıyla ıvır zıvırın olduğu ayrı köşeye geçtik. Bir kişi at yarışı izliyor diğeri de müzik dinliyordu. Burada rahattık.
“Pekâlâ.” Dedi. “Öncelikle ben bir piçim.”
“Burada ayrım yapmıyoruz.” Dedim.
“Ben ciddiyim.” diye çıkıştı. “Annemle babam evli değildi.”
“Ne olmuş yani?” diye üsteledim. “Bizimkiler de evli değildi.”
“ne—“ derken duraksadı. İlk defa dostça bakıyordu. “Gerçekten mi?” diye sordu.
“Tabii ki” diye yanıtladım. “ Tam bir piçim. Bizim ailede evlenen adam yok. Hepimiz piçiz.”
Gözü yüzüğüme takıldı. “Buna mı bakıyorsun?” diye gösterdim.

“Kadınları uzak tutmak için evlilik yüzüğüne benzemesi seni aldatmasın.” Dedim. Bir meslektaşımdan 1985 yılında satın almıştım dedi. O da milattan önce giritten almış.
“Ouroboros Solucanı… Sonu olmayan, sonsuza tek kuyruğunu yiyen yılan. Büyük paradoksun simgesi.
Pek ilgilenmedi. “Eğer bir piçsen nasıl olduğunu bilirsin. Ben küçük bir kızken—“
“Doğru mu duydum onu? Kimin ağzından anlatıyosun hikâyeyi? Sen küçük bir kızken… Christine Jorgensen ismini duydun mu? Ya da Roberta Cowell? Bu mu? Cinsiyet mi değiştirdin?
“Bir daha sözümü kesersen hikâye burada biter. 1945 yılında bir aylıkken Cleveland’da bir yetimhaneye bırakıldım. Hep anası babası olan çocuklara imrenmekle geçirdim çocukluğumu. Hele ki cinsellik konusunu öğrendiğimde… İnan bana bunları yetimhanede daha çabuk öğreniyorsun.
“Bilirim.”
“O zaman çocuklarımı anasız babasız bırakmayacağıma yemin ettim. . Böylece orada ‘saf’ kalabildim. Öyle kolay bir iş değil o ortamda. Mücadele etmeyi öğrenmem gerekti. Büyüyünce fark ettim evlatlık alınma şansım olmadığı gibi evlenme şansımda yoktu. İkisi de aynı sebepten ötürü.”
Sinirlendi. “Domuz yüzlü, tipsiz, düz saçlı bir tiptim.”
“Benden kötü değilsin.”
“Bir barmenin nasıl göründüğü kimin umurunda? Ya da bir yazarın? Ama evlat edinmek isteyenler altın saçlı, mavi gözlü veletleri seçer. Daha sonra koca memeli, tatlı suratlı ve “muhteşem erkek tavırlı” kızlar peşine takar herkesi.”
Omuz silkerek. “Böyleleriyle başa çıkılmaz. Ben de S.Ü.R.T.Ü.K’e katılmaya karar verdim.
“Ney?”
“Süper Üstün Resmi Teşkilat-Ü Kadınlar. Şarj etme ve eğlendirme servisi bugünlerde onlara uzay melekleri diyorlar.
Bahsettiği terimlere aşinaydım. Zamanında ikisinin de zaman kaydını çıkartmıştım. Bunun için kullandığımız üçüncü bir isimde vardı. Kadın Astronot Nazımı Cezai İnfaz Kurumu.

Zaman sıçramalarının en büyük zorluklarından biriside kelimelerin anlam değiştirmeleridir. “Servis istasyonu” teriminin bir zamanlar akaryakıt alınan bir yer olduğunu biliyor muydunuz? Bir seferinde Churcill zamanında görevdeyken bir kadın bana” yakında ki servis istasyonunda buluşalım” demişti. Kulağa nasıl geldiğini biliyorum ama “servis istasyonu” yatak içeren bir şey değildi.
Devam etti: “ Yıllarca streslerini azaltmadan erkekleri uzaya gönderemeyeceğini anladıkları zamanlar. Sofuların ne kadar çok kafa açtığını hatırlıyor musun? Bana yaramıştı bu olay. Başvuran adam yoktu. Güzel ve olursa bakire ( eğitime sıfırdan başlamayı severlerdi) orta zekâda sinirlerine hâkim olabilen kızlar arıyorlardı ama başvuranlar ya fahişe ya da dünyadan on gün uzak kalsa kafayı kıracak tiplerdi. İşi almak için güzel gözükmeme gerek yoktu. Tavşan dişlerimi düzeltip saçlarımı yapacaktılar. Düzgün yürümeyi, dans etmeyi, erkekleri nasıl memnun edeceğimi göstereceklerdi. Birde temel görevlerim için eğitim alacaktım. Estetik ameliyat bile olacaktım gerekirse.
“Bu hizmetin boyunca hamilede kalmıyordun üstelik, görevin bitince de evlenmen garantiydi. Bugün uzay meleklerinin astronotlarla evlendiği gibi—aynı dili konuştukları kesin.”
“On sekizimdeyken bana dadılık yapacağım bir iş buldular. Yanında çalıştığım ailenin hizmetçisiydim aslında çünkü yirmi bir yaşından önce askere gidemiyordum. Sabahları ev işi yapıyor gece de okula gidiyordum. Evdekilere daktilo ve stenografi dersine gidiyorum diyerek Meleklere kabul edilme şansımı arttırmaya çalışıyordum aslında.”
“Bir gün şehirli bir çocukla tanıştım. Cebi parayla doluydu.” Diyerek sinirlendi. “Lavuğun tomarla parası vardı. Bir tomar para vermeye kalktı bana bir gün.”
“Reddettim. Çocuğa hastaydım. İlk defa bir çocuk benimle alay etmiyor, bana iyi davranıyordu. Onu görebilmek için okulu bıraktım. En güzel günlerimdi.”
“Sonra bir gece parkta olanlar oldu.” Diyerek duraksadı.
“Sonra?” diye sordum.
“Sonrası yok! Bir daha göremedim onu. Eve bıraktı, seni seviyorum deyip öptü ve gitti. O kadar.”
Çok sinirlendi. “Öldüreceğim o lavuğu!” dedi.


“Bence de.” Diyerek katıldım. “nasıl hissettiğini anlıyorum ama bunun için onu öldürmek… Çok kızmış olmalısın?”
“Ne alaka ya şimdi?”
“Belki seni bıraktığı için bir dayağı hakkediyordur ama…”
“Daha fazlasını hakkediyor! Bak. Herkesten bu olayı sakladım ve devam ettim. Gerçekten sevmiyordum onu ve S.Ü.R.T.Ü.K’e katılmayı çok istiyordum. Şanslıydım, bakire olmadığım için elemediler. Yine yüzüm gülüyordu.”
“Eteklerim dar gelmeye başlayınca sorun olduğunu fark ettim.”
“Hamile miydin?”
“Lavuk birde hamile bırakmış beni! Çalışabildiğim sürece ev sahiplerim ses etmedi ama bir süre sonra kapı dışarı ettiler. Yetimhane almadı beni ve bir sığınma evine düştüm. Bir sürü koca göbekli kadın. Sonumuzu bekliyorduk.
“Bir gece ameliyat masasında buldum kendimi. Bir hemşire ‘Rahatla derin nefes al’ diyordu.”
“Yatağımda uyandığımda göğsümden aşağısı uyuşmuş haldeydi. Doktorum odaya
girdi. Gülen bir ifadeyle ‘Kendini nasıl hissediyorsun?’ diye sordu.”
“Bir anne gibi.’
“Normal. Sargılar içindesin ve bir şey hissetmemen için sana narkoz verdik.”
İyileşmen biraz zaman alabilir. Sezaryen bu, diş çektirmeye benzemez.”
“Sezaryen.’ dedim. ‘Doktor, yoksa bebeğe bir şey mi oldu?”
“Hayır. Bebeğin iyi.”
“Erkek mi kız mı peki?”
“Sağlıklı küçük bir kızın oldu. İki kilo, üç yüz elli gram.”
“Rahatladım, bir bebeğim olmuştu. ‘Bu da bir şey’ dedim. Kimliğime dul yazdırıp babası da öldü derim. Bebeğim yetimhanede büyümeyecek.”



“Doktor henüz son sözünü söylememişti. “Söyler misin…” adımı söylemekten çekiniyordu. “ tuhaf bir hormon yapın var bu konu hakkında bir fikrin var mıydı?”
“Ney? Tabi ki hayır. Ne demek istiyorsun?” dedim. Çekinerek “ Bunu sana bir seferde söyleyeceğim. Sonrada sana yatıştırıcı vereceğim. Endişe etme.” Dedi.
“niye?”
“Otuz beş yaşına kadar kadın olan İskoç doktoru biliyor musun? Daha sonra ameliyat olup  hem fiziksel hem de yasal olarak bir erkek olmuştu. Üstelik sorunsuz bir şekilde evlendi.
“Bunun benimle ne alakası var?”
“‘Söylemeye çalıştığım bu. Sen artık bir erkeksin.”
Doğrularak “Ne?”
“‘Sakin ol. Ameliyat için vücudunu açtığımda içerisinin karmakarışık olduğunu 
farkettim. Bebek gelirken baş cerraha haber saldım. Sen masada baygın 
yatarken konsültasyon yaptık ve elimizden geldiği kadar kurtarmaya calıstık. Hem dişi hem de erkek organların vardı. Olgun olmadıkları için dişi organların çocuk sahibi olmana el vermiyordu. Bir daha iş göremeyecekleri için onları çıkardık. Erkek organlarını da sağlıklı bir şekilde düzelttik.” Elini omzuma koydu. “Endişelenme. Gençsin kemiklerin uyum sağlayacaktır. Dengelerini de takip edeceğiz. Sağlıklı bir delikanlı olacaksın.”
“Ağlamaya başladım. Bebeğime ne olacak?”
“Onu emziremezsin, sütün yavru bir kediye bile yetmez.  Senin 
yerinde olsam onu bir daha görmezdim. Evlatlık verirdim.’
“Asla!”
“Omuz silkti. ‘Karar senin. Çocuğun annesi, yani ebeveyni, sensin. Şimdilik bunları düşünme. Önce iyileş.”
“Ertesi gün bana bebeğimi gösterdiler. Her gün görmeye başladım  ve alışmaya 
çalışıyordum. Daha önce hiç yeni doğmuş bir bebek görmemiştim ve bu kadar 


çirkin oldukları aklımın ucundan geçmezdi. Kızım turuncu bir maymuna 
benziyordu. Duygularımın yerini soğuk bir kararlılık almıştı. Onun için yapılması gerekeni yapacak kararı vermek zorundaydım. Aslında dört hafta sonra bunun bir anlamı kalmamıştı.
“Ne?”
“Onu aldılar”
“Aldılar mı?”
Evlenmemiş kadın, az kalsın iddiaya girdiğimiz şişeyi deviriyordu. “Kaçırdılar. Bakım odasından çaldılar.” Zor nefes alıyordu. “Bir adamın hayatının anlamını nasıl alırsın sen ya?”
“Çok kötü.”dedim.” “Buyur bir kadeh daha iç. 
Bebekten haber aldınız mı?” 
“Polisin takip edebileceği bir ipucu yoktu. Biri onu görmeye gelmiş, amcasıyım demiş. Hemşirenin arkası dönükken de bebeği alıp gitmiş.” 
“Nasıl bir tipmiş?
“Senin benim gibi bir adam.” Sinirlendi. “ bence babasıydı. Hemşire yaşlı bir adam olduğunu söyledi ama makyaj yapmıştır.” Çocuksuz kadınların böyle oyunlar yaptığını duymuştum ama bir adam neden yapsın?”
“Sonra noldu?”
On bir ay daha o nemrut yerde kaldım. Üç ameliyat daha geçirdim. Dört ay sonra 
artık sakallarım çıkmaya başlıyordu; hastaneden çıkmadan önce düzenli traş 
olmaya başlamıştım…
ve erkek olduğumdan şüphe edilmiyordu  Acı 
acı gülümsedi. “Bakışlarım hemşire yakalarından içeri doğru kayıyordu.” 
“Bana sorarsan iyi atlatmışsın.” dedim. “Karşımda normal bir erkek gibi 
oturuyorsun, iyi para kazandığını ve bir derdin olmadığını söylüyorsun. 
Ve bir kadın hayatı o kadar da kolay değil.”
Ters ters bana baktı. “Çok biliyorsun ya!” 
“Olamaz mı?”
“Hiç ‘acıların kadını’ diye bir laf duydun mu?” 

“Yıllar önce, bir şey ifade etmiyor.”
 O herif beni gerçekten mahvetti. Artık bir kadın değildim…ve nasıl erkek olunur bilmiyordum.” 
“Alışman zaman almış olmalı.”
Tahmin bile edemezsin. Ne giyeceğine veya hangi tuvalete gireceğini kastetmiyorum. Onları hastanede öğrettiler zaten. Ama nasıl yaşayacaktım? Nasıl 
ekmek parası kazanacaktım?
Lanet olsun araba bile kullanamıyordum. Ticaretin te’sinden 
anlamazdım. Amelelik de yapamazdım. Her yerim yara bere içindeydi.” 
“O lavuktan nefret etme sebebim S.Ü.R.T.Ü.K’e katılmamı engellemesi yüzündendi aslında. Uzay birliklerine katılmak için başvurunca asıl darbeyi yedim. Çürük olmam için göbeğime bakmaları yeterliydi. Tabip subay benimle ilgilendiğinde biraz umutlandım ama o da meraktanmış. Benim hakkımda yazılanları okumuş.
 ben de adımı değiştirip New York’a geldim. Önce ızgara şefi oldum. Sonra bir daktilo kiralayıp stenograflık yapmaya başladım. Dört ayda elime dört mektup bir de kitap taslağı işi gelmişti. Şaka gibi. Gerçek Hayat Hikâyeleri adında bir kitaptı ve işe yaramaz birşeydi. Ama deyyus iyi satıyordu. Fikir verdi bu bana. İtiraf dergileri alıp hepsini inceledim.
Şişeyi ona doğru ittim. Hâline üzülmüştüm ama yapmam gerekenler vardı.
“Bana bak koç, hala şu lavuğu bulmak istiyor musun?”
Heyecanlandı.
“Dur orada bir bakalım!” dedim. “Öldürmeyeceksin değil mi?”
Acımasızca sırıttı. “Gör bakalım.”
Sandığından daha fazlasını biliyorum. Onun nerede olduğunu biliyorum.” 
Bardan zıplayıp yakama yapıştı. “Nerede lan o haysiyetsiz şerefsiz?”
Şeklimi hiç bozmadım. Sakince “Yavrum evladım bırak yakamı, yoksa ağzına vururum senin. Polis gelince de sızdı derim.” Ve sopayı gösterdim.
Ellerini çekti. “Kusura bakma, ama nerede o?” bana bakarak “Nasıl bu kadar fazla şeyi biliyorsun?”

“Anlatacağım bir soluklan. Kayıtları okudum. Hastanenin kayıtları, yetimhane, tıbbi kayıtlar… Yetimhanenin başhemşiresi Bayan Fetherage’dı değil mi? Sonra da Bayan Gruenstein geldi. Kızken adın “Jane’di değil mi?” Ve bunları bana söylemediğine eminsin?
Biraz korkutmuş birazda şaşırtmıştım onu. “Ne demek oluyor bunlar? Başımı belaya sokacaksın.”
“Aslında senin iyiliğini düşünüyorum. Bu adamı sana verebilirim. Ne yaparsan yap, sonrada paçayı kurtaracaksın. Söz. Ama bence onu öldürmeyeceksin. Onu öldürmen için deli olman lazım ve sen deli değilsin.
Kadehi kafaya dikti. “Uzatma artık da söyle nerede o haysiyetsiz şerefsiz?”
İçkisini tazeledim. Öfkeli olduğundan sarhoşluğunu fark etmiyordu. “Ağır ol koçum. Karşılığında seninde benim için bir şey yapman lazım.” Dedim.
“Ney?”
“İşini sevmiyorsun.Yüksek maaşlı, harcamalarının tümünün karşılandığı, kendi patronun olabileceğin  düzenli bir işe ne dersin? Maceradan maceraya da koşacaksın.
Dik dik baktı. “‘Al işini başına çal!’ derim. Amma attın ha, nerede o günler?” 
“Tamam. Şöyle diyelim. Sana onu teslim edeceğim, Derdin neyse hallet. Sonra sen de bahsettiğim işi dene. İstemiyorsan seni zorlayacak değilim.
Son kadeh yüzünden sallanıyordu. “ Ghetir o pzevengi banaağğ!”
“Anlaştık dersen getireceğim.”
Elini uzattı. “Anlaştık!” dedi.
Yanda ki barmene ortalığa göz kulak olmasını söyledim. Zamanı not ettim. Saat 23.00. Barın altında ki bölmeden diğer tarafa geçerken müzik kutusunda ki şarkı “ ben kendi büyükbabamım!” diye bangır bangır çalmaya başladı. Garsona 70’li yılların “şarkılarını” midemin kaldırmadığını söylemiştim onun yerine americana ve klasiklerle doldurmasını söylemiştim ama aralarında bu şarkının olduğunu bilmiyordum. “ Kapat şu lanet olası zamazingoyu! Müşteriye de parasını geri ver!” diye bağırdım. “ben kilere gidiyorum, geleceğim.” Evlenmemiş kadını da alıp kilere götürdüm.


Depo tuvaletlerin karşısındaydı, Çelik kapısının anahtarı yalnızca bende ve gündüz müdüründe vardı. Evlenmemiş kadınla odaya girdik.
Zar zor duvarlara bakarak “ nerede lan o?” dedi.
“Burada.” Dedim.
Odanın içindeki tek şey olan çantayı açtım: A.B.D. Yakıt Kurumu Dönüştürücü Alan aparatı, 92 serisi,
2. model, hareket eden parça yok, yirmi üç kiloluk ağırlığı ve bavul şeklinde ki tasarımıyla tam bir efsane. O gün ince ayar çekmiştim alete. Tek şey dönüştürücü alanı sınırlayan ağın içine girmekti.
Ağın içine girdim “Bu ne?” diye sordu.
“Zaman makinesi.” Dedim ve ağı üstümüze attım.
“Lan!” diye bağırıp geri zıpladı. Bu olayın tekniğiydi. Ağı öyle atarsanız hedef içgüdüsel olarak geri adım atar ve tuzağa basar. Daha sonra ikinizde içerideyken ağı tamamen kapatırsınız. Yoksa bir ayakkabı topuğunu bile geride bırakabilir ya da tamamen ayağınızı geride bırakabilirsiniz. İşin iyi tarafı bunun dışında başka bir şeye ihtiyacınız yok. Bazı ajanlar hedeflerini buraya sokmak için türlü ali cengiz oyunu yaparlar. Bense yaşadıkları anlık şaşkınlıklardan faydalanıyorum daha sonrada makineyi çalıştırıyorum. Ki aynen böyle yaptım.
0.30-6. Zaman Dilimi-3 Nisan 1963-Cleveland, Ohio-Apex Apt.: 
“Hey!” diye yineledi. “Kaldır şu lanet olası şeyi üzerimden!”
“Affedersin,” diyerek ağı kaldırıp toparladım. “Onu bulmak istediğini söyledin.”
“İyi de sen bunun bir zaman makinesi olduğunu söyledin!”
Camdan dışarıyı gösterdim. “Hiç kasım ayına benziyor mu? Ya da new york şehrine? O dışarıya doğru bakınırken bende çantadan bir tomar para çıkardım ve seri numaraları 1963 senesiyle uyumlu mu diye kontrol etmeye başladım. Büro ne kadar para harcadığınızı umursamaz ama tarih hatalarından da hoşlanmaz. Bu hatalardan fazlaca yaparsanız mahkeme sizi hiç hoş olmayan bir yere 1 seneliğine gönderebilir. Örnek vermek gerekirse 1974 senesinde zorla çalıştırılma gibi. Paralar tamamdı.

Dönüp “ne oldu?” Diye sordu.
“aradığın adam burada onu bul ve bu paralarda harcamaların için.”
Parayı verdikten sonra ekledim “Ne yapmak istiyorsan yap daha sonra gelip seni alacağım.
Alışkın olmayanlarda 100 dolar banknotu hipnoz etkisi yaratır. Birden paraları saymaya başladı. Koridora çıkarttım onu ve arkasından kapıyı kilitledim. Bir sonraki sıçramam kolaydı. Sadece küçük bir dönem değişikliğini.
17.00-6. Zaman Dilimi-10 Mart 1964-Cleveland, Ohio-Apex Apt.:
Kapının altında kira sözleşmemin haftaya biteceğini belirten bir not vardı. Bunun dışında oda da fazla bir değişiklik yoktu. Dışarıda yapraklar dökülmüş ve kar yağıyordu. Paraları ayarladım. Odayı kiraladığım zaman bıraktığım ceket, pardösü ve şapkayı giydikten sonra hemen işe atıldım. Hastaneye gittim. Bıktırana kadar hemşirenin başının etini yedim ve çaktırmadan bebeği aldım. Apex apartmanına döndüm bir sonraki durum biraz uğraştırıcıydı çünkü bu bina 1945 yılında yoktu. Ama bunu önceden düşünmüştüm.
01.00-6. Zaman Dilimi-20 Eylül 1945-Cleveland, Skyview Moteli:
Makine ve bebekle şehir dışında ki bir motele geldim. Ohio’dan Gregory Johnson adına bir oda tutmuştum. Perdeler kapalı, pencereler kilitli, kapılar kilitli ve makinenin çalışacağı yerde ki her şey boşaltılmıştı. Yanlış yerde duran bir sandalye büyük sorunlar çıkartabilir. Tabii ki sandalyeden değil ama geri tepmeden dolayı.
Sorun yoktu ve Jane huzurlu bir şekilde uyuyordu. Dışarıya götürdüm onu arabanın içinde ki boş bir kutuya koydum ve yetimhaneye doğru yola çıktım. Basamaklara onu bıraktım ve iki sokak ötede ki servis istasyonuna(benzinlik olan) gittim. Yetimhaneyi aradım ve kutuyu içeri aldıklarından emin olmak için geri döndüm. Sürmeye devam ettim ve arabayı motelin yanına bıraktım. Odaya girdim 1963 yılında bulunan Apex apartmanına sıçradım.
22.00-6. Zaman Dilimi-24 Nisan 1963-Cleveland, Ohio-Apex Apt:
Durmam gereken zamanı iyi ayarlamıştım. Gideceğin nokta sıfır noktasından farklıysa zaman aralığını iyi seçmek gerek. Eğer bir hata yapmadıysam Jane bu huzurlu ilkbahar gecesinde parkta düşündüğü kadar “uslu” bir kız olmadığının farkına varıyor olması lazımdı. Bir taksi tuttum ve şu cimrilerin evine doğru yola koyuldum. Şoföre gölgede beklemesini söyledim.

Akaçin XII
Bir süre sonra ikisi de sarmaş dolaş yürüyerek sokağın başında gözüktüler. Kapının önünde adam kızı uzun uzun öptü. Tahmin ettiğimden daha fazla sürdü öpüşmeleri. Kız eve girdikten sonra adam yürümeye devam etti. Gidip koluna girdim ve onu sürüklemeye başladım. “Benim iş bu kadar delikanlı.” Dedim seni almaya geldim.”
“Sen!” dedi ve nefesini kesildi.
“Evet, ben. Şimdi onun kim olduğunu biliyorsun ve biraz düşünürsen seninde kim olduğunu anlarsın.. ve yeterince düşünürsen bebeğinde kim olduğunu anlarsın.. ve benim kim olduğu mu da.”
Cevap veremedi, sarsılmıştı. Doğal olarak, kendisi tarafından baştan çıkarılmaya dayanamayacağını yüzüne vurmuştum. Apex apartmanına geri döndük. Yine sıçradık.
23.00-7. Zaman Dilimi-12 Ağustos 1985-Rocky Dağları Askeri Üssü:
Nöbette ki çavuşu uyandırdım ve kimliğimi gösterdim. Ona, Yanımda getirdiğim dostuma yatıştırıcı bir hap verip uyumasını ve sabahta kabulünü yapmasını söyledim. Çavuş somurttu ama rütbe rütbedir. Dediğimi yapacaktı ama bir dahaki karşılaşmamızda kendisinin albay benimse çavuş olabileceğimi düşünüyordu. Bu tür şeyler normaldir.
“Adı ne?” diye sordu.
Adını yazdım. Kaşlarını kaldırdı. “Nasıl? Ha?”
“İşini yap çavuş.” Dedim ve döndüm.
“Delikanlı artık dertlerin bitti. Hayatının en iyi işine başlamak üzeresin. Başarılı olacaksın biliyorum.”
“Aynen” diye onayladı çavuş. Ben 1917 doğumluyum, hala ayaktayım ve gencim tadını çıkarıyorum.” Sıçrama odasına döndüm, değerleri sıfırladım.
 23.01-5. Zaman Dilimi-7 Kasım 1970- New York, ”Baba’nın Yeri”:
Bahane olarak elimde bitmesine az bir şey kalan Drambuie ile çıktım. Yardımcı barmen “ben kendimin büyükbabasıyım” şarkısını çalan müşteriyle tartışıyordu. “Bırak çalıyorsa çalsın sonrada fişini çek.” Dedim yorgundum.
Zor olmasına rağmen birisinin bunu yapması gerekiyordu. 1972 hatasından beri adam bulmak zordu. Dolgun maaşlı olmasına rağmen ve (tehlikeli) ilgi çekici bir işte çalışacak birilerini
Akaçin XIII
bulmak için kafası karışmış insanlardan daha iyi bir yöntem var mı? 1963 hırt savaşının neden tırt çıktığını herkes bilir. New York’a gitmesi gereken bomba patlamamıştı. Dolayısıyla her şey ters gitmişti. Bizim sayemizde tabii ki.
Ama 1972 hatası öyle değildi. Bizim suçumuz ve yapabileceğimiz bir şey yoktu. Ortada bir paradoks yok. Bir şey vardır ya da yoktur. Şimdi ve sonsuza kadar, Amin. Bir daha böyle bir şey olmayacak. 1992 emrinin her emirden üstünlüğü var.
Beş dakika erken kapattım, kasaya sabah müdürüne hisselerimi satmayı kabul ettiğimi belirten bir not bıraktım. Avukatımla görüşecekti ve ben tatile çıkacaktım. Notu kasanın içine bıraktım. Büro ödemeyi kabul edip etmez mi bilemem ama geride bıraktıklarımız şeyleri düzgün bırakmamızı isterler. Arka odaya gittim ve 1993’e sıçradım.
22.00-7. Zaman Dilimi-12 Ocak 1993-Rocky Dağları, Zaman İşleri Askeri Birliği:
Nöbetçiyi gördükten sonra odama geçerek, bir hafta uyumayı planlıyordum. Kazandığım şişeyi yanımda getirmiştim. Raporumu yazmaya başlamadan önce bir kadeh içtim. Berbat bir tadı vardı. Bu berbat içkiyi nasıl sevdiğimi hiç anlamamıştım. İdare eder bir tadı vardı, ayık olmayı sevmiyordum. Çok düşünürdüm yoksa. Ama şişenin dibini görmeyide sevmem, sorumluluklarım var.
Raporumu tamamladım. Büroya alınmasını istediğim 40 kişinin hepsi psikoloji bürosu tarafından onaylanmıştı. Kendi başvurumda dahil. Şüphem yoktu zaten. Sonuçta buradayım öyle değil mi? Daha sonra müdahale bürosuna geçmek için bir başvuru yaptım. Personel alımından bıkmıştım. Raporu ve başvuruyu teslim ettikten sonra yatağıma uzandım.
Yatağımın yanında asılı “Zaman Hükümleri” belgesine gözüm takıldı.
Yarın yapılması gereken dünleri sakın yapma
Olurda başarırsan, sakın bir daha deneme.
Zamana attığın bir dikiş bütün insanlığı kurtarır.
Paradokslar halledilir.
Düşündüğünde vakit her zaman erkendir.
Atalar sadece insandır
Tanrılarda hata yapar!

Birliğe ilk kabul edildiğimde daha fazla heyecanlandırıyordu bu sözler beni. 30 yıllık bu göreceli sıçrayış hayatı beni yormuştu. Yattıktan sonra göbeğime baktım. Üzerinden uzun zaman geçmiş ve sezaryen yarasının olduğu yerlerde kıllar çıkmaya başlamıştı.
 Parmağımda ki yüzüğe baktım.
Kendi kuyruğunu yiyen yılan, durmadan devam eden…. Ben nereden geldiğimi biliyorum—ya siz zombiler? Siz nereden geldiniz?
Başımın ağrıdığını hissediyordum, ama ağrı kesici içmeyeceğimi biliyordum. Bir keresinde içtim—ve her şey gitti.
Yatağa doğru süzüldüm ve ışıkları söndürdüm.
Sen orada bile değilsin. Burada ben, Jane, Tek başıma kapkaranlık odada tek başımayım.

Sizleri o kadar çok özledim ki!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder